"Sosyobiyoloji, davranışlarımızın temelinde biyolojik sebeplerin yattığından bahseder. Davranışların kökeni için genetik nedenleri işaret eder. Varlığımızın nihai nedeni, genlerdir. Bizlerde onları var ederiz bir bakıma. Kültür öğelerini genetik yapımızdan gelen koşullanmaları gözardı ederek açıklamaya kalkışmamız, bizi yanlış sonuçlara götürebilir."
SOSYOBİYOLOJİK BİR BAKIŞ: DAVRANIŞLARIMIZIN KÖKENİ
Evrimsel psikoloji ve sosyobiyolojiyi anlamak için öncelikle evrim bilmemiz gerekmektedir. Sosyobiyoloji, davranışlarımızın temelinde biyolojik sebeplerin yattığından bahseder. Davranışların kökeni için genetik nedenleri işaret eder. Varlığımızın nihai nedeni, genlerdir. Bizlerde onları var ederiz bir bakıma. Kültür öğelerini genetik yapımızdan gelen koşullanmaları gözardı ederek açıklamaya kalkışmamız, bizi yanlış sonuçlara götürebilir.
Doğal seçilim ilkesi -ki günümüzde geniş bilim çevrelerince hemen hemen tartışmasız kabul edilmektedir- değişen çevre özelliklerine uyum sağlama gereğini, türün sürekliliği için önkoşul görür. Sosyobiyoloji kuramı, bu sürecin aslında genetik alanda gerçekleştiği inancındadır. B. F. Skinner ve Konrad Lorenz Ekolünü ele alırsak; Evrim’ in yalın bir mantığı izlediğini ileri sürdüklerini görürüz. Organizmaların, bencillik veya türdeşleri hesabına özveri davranışlarında, olabilecek olan en çok sayıda geni bir sonraki kuşağa aktarmak hedefinin belirleyici öğe olduğu görüşünde birleştiklerini de görmekteyiz. Buna göre, her organizma, bencillik ile diğerleri için özveri arasında, evrim açısından geçerli bir oran gerçekleştirebildikleri ölçüde yaşam savaşında başarılı olmaktadır. Yeterince bencil olmayan bir organizma bu savaşımdan yenik çıkar; gereğinden fazla bencil olan bir organizma ise, karşılıklı yardımlaşma ilkesini görmezden geldiği için eninde sonunda yine yenik düşer, ya da zamanının ve enerjisinin büyük bölümünü yararsız saldırganlık davranışları ile tüketir.
Bu görüşleri ile sosyobiyoloji, insan davranışları ile ilgili günümüz kuramları arasında, insanı tümüyle çevre koşulları tarafından oluşturulan bir varlık olarak gören B.F. Skinner ekolü ile insanı tümüyle bencillik ve saldırganlık içgüdülerinin tutsağı bir yaratık olarak gören Konrad Lorenz ekolünün karşıt kutupları arasında ortalama bir yere yerleşiyor. Sosyobiyoloji, Freud ekolünü andırır şekilde, doğuştan sahip olduğumuz nitelik ve özellikleri vurgular, fakat çevrenin koşullandırıcı etkisini de inkâr etmez. Sosyobiyologlara göre, davranışların kökenini, herbirimizin doğuştan sahip olduğu genlerde saklıdır; çoğu davranışlarımızın kökenini biyolojik programlanmamızda aramak gerekir.
Tahminlerim bu konuya en sert eleştirilerin sosyal antropologlar tarafından yapılacağı yönündedir. Çünkü sosyobiyoloji kuramlarının, her sorunun cevabını “kültür” ekseninde arayan sosyal antropologlarca kabul edilmesini beklemiyorum. Çünkü bu durum onların hiçe sayılması değilse bile biraz geri plana itilmesi anlamına gelebilir.
Davranışlarımızın kökenini anlamamız için, hayvanca düşünebilmeyi başarmamız gerekir. Yeni doğmuş bir çocuğu düşünün. Fazlasıyla “ilkel” davranışlar sergiler. Tek bir davranışla, isteklerini anlatmaya çabalar; ağlayarak. Sonra çocukluk dönemini ele alalım; gayet ilkel sesler çıkarır, oyunlar icad eder, kural tanımaz ve zamanla hırçınlaşır hatta saldırganlaşır. Bir şempanze yavrusuyla aramızda önemli bir fark vardır aslında. O da insan yavrusunun mutlak aciziyetidir.
Buradan yola çıkarak, insan yavrusunda, bir şempanze yavrusunun davranışlarına paralel davranışlar gözlememiz zor olmayacaktır. Şempanze yavrusundaki ağız şapırdatmanın insan yavrusundaki karşılığı gülmektir örneğin. Bunun herhangi bir kültür için değişiklik gösterdiğini savunabilir miyiz? Sanmıyorum.
Kültürleme tabi ki çok önemli bir süreçtir. Fakat rasyonel bir bakış açısıyla aslolanın yahut temelin genetik miras olduğu vurgulanmalıdır. Evrimsel süreç, her tür için çeşitli kazanımlara ve kayıplara neden olmuştur. Yemiş yiyici atalarımızı, avcı-etçil bir hale sürüklemiş; nerede akşam orada sabah şeklindeki yaşantısını, sorumlulukların arttığı bir üsse bağlamıştır. Bugün, cinselliğimizde, beslenmemizde, saldırganlığımızda, kısacası yaşantımızda bu mirastan kesitler görmekteyiz, görmeliyiz de. Anlaşılıyor ki davranışlarımızın kökenini bilmek, bunun üzerine gerçekçi bir biçimde düşünmek, bizlere zaman zaman ağır geliyor. Ancak unutulmamalıdır ki, insan her şeyi merak ederek, her şeye burnunu sokarak insan olmuştur. Araştırma, bilme isteği insanın doğasında mevcuttur.
Son olarak şunu da belirtmeliyim. Çoğu sosyal antropolog, insan davranışlarının kökeninde, evrimin etkisini nasıl inkâr etmiyorsa, bende sosyalizasyon sürecinin insan davranışlarına olan etkisini yok saymıyorum. Ancak temelde, atalarımızdan bize miras kalan davranışlarımızın, güdüsel ihtiyaçlara olan bağımlılığımızın önemini bir kez daha vurgulamayı uygun buluyorum.
KAYNAKÇA
İZBUL, Yalçın(1977); Bilim Dünyasını Karıştıran Yeni Bir Kuram: Sosyobiyoloji, Meydan Dergisi, Ekim Sayısı.
MORRIS, Desmond(1967); The Naked Ape, İnkılap Kitabevi 1990, syf:101-124.
GOKA, Erol; Davranışlarımızın Yeni Sorumlusu Genetik Yapımız (mı?) http://www.genetikbilimi.com/genbilim/gendav.htm, erişim: 1.10.2011
Ant. FIRAT KOÇ – ANKARA/2011
http://www.genbilim.com/fen-bilimleri/biyoloji/sosyobiyolojik-bir-bakyth-davranythlarymyzyn-kokeni/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder