31 Aralık 2014 Çarşamba

BOŞALTIM SİSTEMİ

Boşaltım 
Canlılar yaşamlarını devam ettirmek için ihtiyaç duydukları maddeleri bulundukları ortamlardan alarak metabolizmalarında kullanırlar. Bu maddeleri yapısal , düzenleyici , işlevsel ve enerji verici olarak kullanırlar.Gerek metabolik olaylarla açığa çıkan gerekse beslenme ile alınan bazı gereksiz ve zararlı madde ve yan ürünlerin yaşamsal olayların gerçekleştiği ortamlardan uzaklaştırmak gerekir. Bu maddelerin organizma dışına atılması olayına boşaltım denir. Bu işlevi gerçekleştirmek için özelleşmiş yapılara boşaltım yapısı veya sistemi denir.
Metabolik olaylar sonunda oluşan önemli boşaltım maddeleri:
1-CO2    2-H2O     3-NH3     4-Üre(NH2-CO-NH2)      5-Ürik asit(C5H4N4O3) tir.
Boşaltım maddeleri:  
Üre, ürik asit, amonyak, keratin, Na, CL, K ,P ,albümin, ilaç yıkım ürünleri .
A-Azotlu artık maddeler:                                  
  • Protein             CO2 + H2O +NH3 + Üre + Ürik asit
  • Karbonhidrat     CO2 + H2O
  • Yağlar              CO2 + H2O
  • Nucleik asitler   CO2 + H2O +NH3 + Üre + Ürik asit
                  
Kompleks organizmalarda özellikle kara yaşamına uyumlulardan su ihtiyacını karşılayabilenlerde amonyak karaciğerde üre haline çevrilir. Vücutlarında fazla su tutamayan böcek, sürüngen ve kuşlarda ise ürik asit haline çevrilir.
Bu reaksiyonlara ornitin devri denir. Oluşumunda enzimler görev alır ve enerji harcanır.  
NOT: Çoğunlukla azotlu artıklar organik bazların yıkımıyla oluşurlar. Purinler (Adenin – Guanin) in  yıkımından ürik asit , Primidin (Timin , Urasil , Sitozin) in yıkımından üre ve NH3 oluşur.
Omurgalı organizmalarda suda yaşayan omurgasızlar, kurbağa ve balıklarda azotlu artık maddeler amonyak olarak vücud dışına atılır.Dış ortamın su olması amonyağın suda çözünerek hızla dış ortama verilmesi nedeni ile azotlu artıkların vücutta birikme tehlikesi yoktur.
Sürüngen, kuşlarda ve böceklerde azotlu artıklar ise ürik asit olarak atılır. Suda çözünmeyen ürik asit için organizma su kullanmaz. 
Sürüngen ve kuşlar yumurta ile ürerle , yumurta gelişiminde ürik asit kristalleri suda çözünmeyip ve osmotik basıncı etkilemedikleri için rahatlıkla  allantoiste depolanır.Bu canlılar vücudlarında su depolamazlar su uçma anında ağırlık yapar
Böcek,Sürüngen   ve kuşlarda:
  • Ürik asidin boşaltımı için su kullanılmaması
  • Suda çözülmemesi
  • Daha az zehirli olması
  • Daha uzun süre vücutta tutulabilmesi
  • Osmotik basıncı etkilememesi
Bu canlıların yaşamsal olaylarına uygun düşer.
Memelilerde toprak solucanlarında azotlu artıklar üre olarak bir miktar su içinde çözülmüş olarak dışa atarlar Bu organizmalar boşaltımla kaybettikleri suyu kolayca karşılama şansları vardır.
NOT:Boşaltım maddelerini üre ve ürik asit haline dönüştürenler daha fazla enerji harcamak zorundadırlar.
Azotlu artıkların toksik etkisi:( Çoktan aza)
1-Amonyak   2-Üre    3-Ürik asit
Azotlu bileşiklerin vücudta biriktirilme oranı (Çoktan aza)
1-Ürik asit   2-Üre    3-Amonyak
Azotlu artıkların atılımı için ihtiyaç duyulan su (Çoktan aza)
1-Amonyak      2-Üre        3- Ürik asit
Amonyak ve dönüşüm ürünlerinde aynı miktarda amonyak atılımı için harcanan enerji miktarı(Çoktan aza)
1-Ürik asit      2-Üre       3-Amonyak
B-Su:    
  • Organik maddelerin sentezlenmesi
  • Maddelerin çözülmesi ,emilmesi,taşınması
  • Biyokimyasal olayların gerçekleşmesi
  • Fazla ısının uzaklaştırılması
  • Boşaltım maddelerinin dışa atılması 
  • Bitkilerde çimlenmenin gerçekleşmesi ,hayvanlarda embriyonun gelişmesi
  • Bazı canlılar için yaşam ve hareket alanıdır
  • Hidrostatik olarak destek ve formun korunması
          Canlılar yaşadıkları ortam ve suya duydukları ihtiyaç farklıdır. Özel adaptasyonları ile en iyi uyumu yapmışlardır.
Hayvanlarda:
  • Deride su kayıbını önleyen plaka,tüy ,kitin dış iskelet gibi yapıların oluşması.
  • Solunum yüzeyinin vücud içine alınması
  • Boşaltımla su kayıbını önleyen mekanizmaların gelişimi
  • Yaşam alanı olarak suya yakın çevrelerin seçilmesi
  • Sindirim sistemlerinde su emilimini yüksek olması
Canlıların ihtiyacı olan suyu şu şekillerde karşılarlar:
  • Suyun doğrudan alınması.( Sindirim sistemi, kökler)
  • Deri ile su almak (Kurbağalar,Bazı omurgasızlar)
  • Besinlerin yapısındaki sudan karşılamak
  • Metabolik su kullanmak
Hayvansal organizmalarda su kayıbı:
  • Boşaltım organlarından
  • Sindirim sistemi ile (Hidroliz ve sindirim artıkları ile)
  • Akciğerlerden
  • Deriden (Ter ,Göz yaşı vb.)
Bitkilerde su kayıbına yönelik uyumlar:
1-Su kayıbının sağlandığı stomaların;
  • Açılıp kapanmasının kontrol edilebilmesi
  • Sayısı
  • Konumu (Yüzeyde,Derinde,Yüzey üstünde)
  • Yaprağın Üstünde,altında veya her iki yüzünde olması
2-Köklerin suya yönelimi vardır
3-Kurak ortam bitkilerinde gövde ve yapraklar su kayıbını önleyecek değişikliklere sahiptir
4-Köklerin gerektiğinde su emiliminde aktif taşıma yapması
5-Emici kök hücrelerinin osmotik basıncının ortama göre fazla olması
6-Genç yapılarda epidermisin dış çeper kalınlaşması oranı, kutikula kalınlığı,Mum salgısı varlığı.
7-Diğer bölgelerde suya karşı geçirimsiz olan mantar dokunun varlığı.  
Bitkilerde su kayıbı:
  • Terleme ile (Stoma,lentisel,kutiküla)
  • Gutasyon  (Yaşarma) ile (Hidatod lardan)
  • Fotosentezde (Organik madde sentezinde)
C-Tuz:
Tatlı sularda yaşayan organizmalarda en önemli sorun vücudlarında tuzun tutulmasıdır.Bu organizmalar çok seyreltik idrar oluştururken
vücudlarında tuzun tutulması ve gerekirse dış ortamdan aktif taşımayla tuzun alınmasını sağlayacak özel adaptasyonlar geliştirmişlerdir.
Tuzlu sularda yaşayanlarda ise vücudlarında suyun tutulmasını sağlayacak şekilde özelleşmiş boşaltım organları ve vücuda alınan tuzun fazlasını ise  tuz salgılayan özel bezler sayesinde vücud dışına atarlar.
Tatlı ve tuzlu su ortamlarında yaşayan balıklarda görülen özel boşaltım fonksiyonları:
a-Tatlı su balıklarında:
  • Su içilmez.                                                                                        .
  • Solungaçlardan vücuda fazla su girişi olur.                          
  • Solungaçlardan tuz kayıbı olur.                                
  • Solungaçlarla dış ortamdan aktif taşıma ile tuz alınır.     
  • Böbreklerde süzülen tuz tekrar aktif taşıma ile kana geri verilir.
  • Bol sulu (Hipotonik) idrar oluşturulur
  • Deri vücuda su girişini önleyen yapılarla kuşatılmıştır.
  • Böbreklerde büyük bowman kapsülleri vardır.
  • Azotlu artıklar amonyak olarak solungaç ve böbreklerden,Üre olarak
b-Tuzlu su balıklarında:
  • Bol su içilir.                                                                       
  • Deri  vücuttan su kayıbını önleyen ve tuz girişini önleyen yapılarla kuşatılmıştır.
  • Solungaçlardan vücuda tuz girişi olur.
  • Vücuda giren fazla tuz solungaçlardan aktif taşıma ile dışa atılır.
  • Azotlu artık amonyak olarak solungaçlardan dışa atılır.
  • Böbreklerin tuz atılımında rolü yoktur.
  • Böbreklerden atılan su çok az ve izotoniktir.
  •  Glomeruluslar oldukça küçüktür.
Bitkilerde boşaltım ve boşaltıma yardımcı yapılar:
Not:Bitkisel organizmalarda tamamen boşaltıma özelleşmiş bir yapı bulunmaz:
Bitkilerde bazı oluşumlar temel görevlerinin yanı sıra boşaltım maddelerinin dışa atılımında veya canlıya zarar vermeyecek şekilde depolanmasında rol alır
  • Yapraklar(Dökülme)   
  • Kökler    
  • Stomalar(Terleme,Gaz alış verişi)  
  • Hidatotlar (Yaşarma)
Canlılar dünyasında boşaltım için özelleşmiş yapılar ve boşaltım maddeleri şunlardır:
1-Kontraktil koful:Su (Tek hücrelilerde) 
2-Pronefridyum:Su (Omurgasızlarda)  
3-Nefridyum;:Üre  (Omurgasızlarda)  
4-Malpighi tüpleri:Ürik asit  (Omurgasızlarda)     
5-Böbrekler:Amonyak , üre , ürik asit (Omurgalılar)
Tek hücrelilerde boşaltım:
Bütün hücre yüzeyi ile boşaltım yaparlar, yaşam ortamlarının su olması  metabolik artıkların difüzyonla kolayca dışarı verilmesini sağlar.
Ancak tatlı sularda yaşayan tek hücrelilerde en büyük sorun hipotonik olan dış ortamdan hücreye giren fazla suyun dışa atılımıdır. Bu işlev için kontraktil kofullar bulunur. Suyun kontraktil kofullarla dışa atılımı aktif olay olup hücre enerji harcar. Kontraktil kofullar suyu dışa atarken suda çözünmüş olarak bulunan boşaltım maddelerinide dışarı atar.
Omurgasızlarda boşaltım:
1- Vücud yüzeyi:
süngerlerde  sölentera ve derisi dikenlilerde özelleşmiş boşaltım yapıları bulunmaz. Su ile temas eden bütün vücud yüzeyi bu canlılar için boşaltım yüzeyidir. Boşaltım maddeleri difüzyonla dış ortama verilir.
2-Protonefridyum:

Solucanlarda (Planaria) görülen  vücuda giren fazla suyun uzaklaştırılması için özelleşmiş sistemdir. Alev hücreleri ve bunların bağlı olduğu kanal sistemlerinden oluşmuştur.Bu canlılarda metabolik artıkların atılımı vücud yüzeylerinden difüzyon ile olur. Ancak yaşanılan  su ortamının  özelliğinden dolayı vücuda giren fazla miktardaki suyun dışa atılımında pronefridyumlar görev yapar. Su atılımı ile beraber suda çözülmüş boşaltım maddeleride dışa atılır.Pronefridyumlar da madde atılışı aktif olay olup enerji harcanır.
3-Nefridyumlar:

Karasal yaşama uyum sağlamış toprak solucanlarında görülen metabolik artıkların vücud dışına atmak için özelleşmiş yapılardır. Sistem her segmentte bir çift olarak bulunur. Silli huni ile başlayan ve bir sonraki segmentte uzanıp sonlanan kanaldan meydana gelmiştir. Boşaltım maddelerini direkt hücreler arası sıvıdan silli huni ile alınır. Alınan sıvı içinde yararlı maddelerde vardır. Bir sonraki segmentte kanallar kılcal kan damarları ile temastadır. Kılcal kan damarları kanal içindeki yararlı maddelerin geri emilimini sağlarken,  bazı artıklarında atılımını sağlar.Sistem seyreltik idrar meydana getirir. 
4-Malpighi tüpleri:

Eklem bacaklılarda görülür.Karasal yaşama uyum sağlamış böceklerde Vücud boşluklarında kapalı uçlarla başlayıp son barsağa bağlantılı olan tüpsü kanallar şeklindedir.
Tüpler dolaşım sıvısı ile direkt temasta olup maddeleri dolaşım sıvısından alır. Tüp içine alınan sıvıdaki yararlı maddeler ve suyun önemli kısmı tekrar geri emilir. Azotlu artık ( ürik asit) macun şeklinde son barsağa taşınır.Son barsaktada suyun geri kalan kısmı emilir. Azotlu artıklar sindirim artıkları ile beraber katı maddeler olarak vücud dışına atılır. Maddelerin tüplere alınımı ve geri emiliminde difüzyon ve aktif taşıma yapılır.
Omurgalılarda Boşaltım yapıları:
Omurgalılarda üç tip böbrek yapısı vardır.
1-Pronefroz tip:
Boşaltım birimi nefridyumdur.Boşaltım maddeleri glomerulus denen kılcal damar yumağından silli huni ile başlayan nefridyuma geçerler.Nefridyumlar segmantal diziliş gösterirler.Bu tip böbrek yapısı bütün omurgalıların embriyonal döneminde ve kıkırdaklı balıkların ergin döneminde görülür.Nefridyumlar ayrı ayrı wolf kanalına açılır.(Pronefroz kanal)
2-Mezonefroz tip:
Boşaltım birimi glomerulus ve bowman kapsüllerinin oluşturduğu malpiğhi tüpleridir(Nefron).Segmantal diziliş gösterip wolf (Mezonefroz kanal)kanalına açılırlar.Sürüngen , kuş ve memeli embriyoları ile balık ve kurbağaların erginlerinde görülür.
3-Metasnefroz tip:
böbrek yapısında temel boşaltım birimi glomerulus ve bowman kapsülünden oluşmuş (malpiğhi tüpleri) nefron lardır.Farklı olarak nefron lar ortak bir kanalla böbrek havuzuna ve buradan tek kanallar  mesaneye açılır.Bu kanala üreter denir.Bu kanal sperm taşımaz.Memelilerde mesaneden uretra ile vücud dışına açılır.
                Sürüngen kuş ve memelilerde mezonefroz kanalı erkek bireylerde epididimis haline dönüşür.Wolf kanalı vasdeferans haline dönüşür.Dişilerde iki yapı tamamen körelir.
Kloak:Balık, kurbağa, sürüngen ve kuşlarda bulunan yapı sindirim,boşaltım ve üreme hücrelerinin dışa atıldığı yapıdır.Memelilerde bulunmaz.
Wolf kanalı:Balık ve kurbağaların erkek bireylerinde bulunur.Üre ve spermin dışa atılımını sağlar.Sürüngen,kuş ve memelilerin erkeklerinde wolf kanalının yerini vasdeferans kanalı almıştır.
Müller kanalı:Balık ve kurbağalarda dişi bireylerin ovaryumundan bırakılan yumurtaların dışa atılımını sağlar. Sürüngen ve kuşlarda müller kanalı daha gelişkin olup :
  • iç döllenmenin gerçekleştiği yerdir. 
  • Yumurta akının oluştuğu yerdir.  
  • Yumurta kabuğunun oluştuğu yerdir  
  • Bazı türlerde embriyonik gelişimin tamamlandığı yerdir.(Ovoviviparlarda)
                Kuş ve sürüngenlerin erkeklerinde rudimenter müller kanalı bulunur. Testislerde üretilen spermler vasdeferans kanalı ile  kloaka taşınırken boşaltım maddeleri  üreter ilke kloaka taşınır.
İnsanda boşaltım sistemi yapısı ve görevleri
Böbreklerin organizmalardaki temel görevleri
  • Metabolizma artıkları ve zehirli maddeleri atar.
  • Organizmada su ve mineral miktarını belirler.
  • İç ortamın iyon dengesini düzenler.
  • Plazmanın osmotik basıncını düzenler.
  • Kendine bağlı bezlerle hormonal düzenlemede rol alır.
  • Kanın asit ve baz dengesini düzenler.
Böbreğin fonsiyonları
  • Filtrasyon : Kanın bir kısmı içinde çözünmüş maddelerle süzer.
  • Geri Emilim : Süzülen maddelerin bir kısmı geri emilir.
  • Salgılama : Bazı maddeler süzülmediği halde böbrek tarafından salgılanır.
Böbrek boşaltım birimi nefrondur. Nefronun kısımları şunlardır.

a-Malpighi cismi (  Glomerulus ve bowman kapsülü )
b-Proksimal kıvrım
c-Henle kulpu
d-Distal kıvrım
e-İdrar toplama kanalları
Bir insan böbreğinde yaklaşık 1 milyon nefron bulunur. Kalpten pompalanan kanın % 25 ‘ini böbrekler alır ve süzer 1 günde 180 lt. süzüntü meydana getirilir. Böbreklerde dakikada 125 ml.  süzüntüye karşılık 1ml idrar meydana getirilir
Glomerulus : Böbrekte bowman kapsülü ile beraber malpighi cismini yapan atardamar kılcalıdır vücut kılcallarından farklı olarak bu kılcalda kan getirende götürende atardamardır.
Bu nedenle glomeruluslar doku  kılcallarından bazı farklı özellikler taşırlar.
1-İki atardamar arasında yer alır. Oysa doku kılcalı arter ve vena arasında yer alır.
2-Doku kılcallarında hidrostatik basınç arter ucunda 40 mmHg olup vena ucunda ise 15 mmHg kadardır. Glomerulusta ise 60 mmHg olup her noktasında aynıdır. Buda her noktadan güçlü bir süzüntü oluşturma gücü demektir.
3-Glomerulusta iki katlı epitel vardır. Buda protein ve kan hücrelerinin süzüntüye geçmesini önler buna karşın doku kılcalı tek katlı olup süzüntüsünde bazı proteinler ve kan hücreleri bulunur.
4-Doku kılcallarında arter ucunda süzüntü oluşurken vena ucunda geri emilim gerçekleşir. Oysa glomerulusta sadece süzüntü oluşur geri emilim oluşmaz.
5-Glomeruluslardan kan hücreleri ve büyük proteinlerin damar dışına çıkışı olmaz
( NOT : Böbreklerde filtrasyon hızı renin hormonu ile kontrol edilir.)
Böbreklerde süzülme olayı ile kandan :
Glomerulusta hidrostatik basınç 60 mmHg dır. Filtrasyona neden olur. Ancak gerek glomerulustaki kanın 32 mm/hg lik osmotik emme gücü ve bowman kapsülündeki sıvının 14 mm/hg lik hidrostatik basıncı filtrasyonu engelleyen güçtür. Bu nedenle filtrasyon 60-(32+14)=18 mm/hg lik bir güçle gerçekleşir.Böbreklerde filtrasyon fiziksel etki ile malpighi cisminde ( Bowman kapsülü – Glomerulus ) gerçekleşir.

Filtre edilen temel plazma ürünleri şunlardır:
Su , glikoz , amino asitler , üre , amonyak , ürik asit , çeşitli iyonlar , fosfatlar , kreatin çeşitli asitler ve ilaçlar.
Filtre edilmeyen maddeler : 
kan hücreleri , yağ , plazma  proteinler v.b. büyük moleküllere bağlanan demir , eser mineraller ve bazı vitaminlerde süzüntüye geçmezler.Süzüntünün oluşumunda hidrostatik basınç etkendir.
Böbreklerde geri emilme ile tekrar kana verilen maddeler ise şunlardır:
Glikoz ve amino asitlerin tümü suyun % 99 , ürenin % 44 ‘ ü , Na , Cl . K ve HCO3 gibi iyonların gerekli kadarı geri emilir. Bu emilim  difüzyon , kolaylaştırılmış difüzyon ve aktif taşıma ile gerçekleştirilir. Kreatin , inulin  gibi maddeler geri emilmez. Aktif taşıma ile glikoz , amino asit , Na , ürik asit ve bazı asitler emilirler. Diğerlerinin geri emilimi difüzyon ile gerçekleşir.
Böbreklerde salgılama olayı ile
H , amonyak , K , seratonin v.b. ilaç yıkım ürünleri penisilin gibi vücuttan uzaklaştırılır, sekreksiyonu (salgılama) aktif taşıma ile gerçekleşir.
NOT : Ot yiyenlerde H sekreksiyonu olmasına karşın idrar alkalidir.
NOT : Organizmada  homeostasinin korunmasında rol oynayan sistemlerden solunum sistemi Asit- Baz  dengesini korurken boşaltım sistemi Asit – Baz dengesinin yanında Su – Tuz dengesini de kontrol eder.
Organizmada böbrekler fonksiyonunu değişmez tutması gerekmektedir. Pek çok sistem metabolik aktiviteye göre fonksiyonlarda değişmeler meydana gelirken böbreklerde filtrasyon değişmez tutulur.. Bu işlev diğer sistemlerin işlevlerinden etkilenmez.   ( Solunum , Dolaşım , Sinir , İç salgı v.b. ) Böbrekler bu işlevi otoregulasyonla yani kendi iç kontrolü ile gerçekleştirir. Bu iş için salgıladıkları özel hormona renin denir.
   Nefron kısımlarının fonksiyonları:
1-Bowman kapsülü:
  • Sadece filtrasyon la süzme gerçekleşir.
  • Tek katlı yassı epitelden oluşmuştur.
  • Süzülme  glomeruluslardaki kanın hidrostatik basıncı ile gerçekleşir.
  • Kan hücreleri ve kan proteinleri (Albümin,globülin vb. Ayrıca bu proteinlere bağlı bazı mineraller) hariç süzüntü kan plazması ile aynıdır.
  • Dakikada 125 ml . günde 180 lt kan süzülür.
2-Proksimal kıvrım:
  • Geri emilim ve salgılama gerçekleşir.
  • Fonksiyonlarını aktif taşıma ve difüzyon la gerçekleştirir.
  • Su ve Na nın çoğu, Glikoz ve Amino asitlerin tamamı, Üre, Elektrolitler bu bölgeden geri emilir
  • Glikoz , Na ve fosfat aktif taşıma ile Su , K ve karbonat Osmoz ve difüzyon la geri emilir. Glikoz % 100  bu kısımdan geri emilir. Penicilin ise salgılama ile kandan idrara verilir.Aktif taşıma ile yapılı
  • Kanalı oluşturan epitel hücreleri microvilluslara sahiptirler
3-Henle kulpu:
  • Henle kulpunda Cl aktif olarak emilir. Na pasif olarak emilir. Suyun büyük kısmı geri emilir ve idrar yoğunlaştırılır. İdrarın yoğunlaşması bu bölge faaliyeti ile gerçekleşir.Suyun geri emilimi inen kolda gerçekleşir
a-İnen kol:
  • İnce ve oldukça dardır
  • Su,Na,Cl ve ürenin geri emilimi olur
  • İdrarın yoğunlaştırılmasında rol alır
b-Çıkan kol:
  • İnen kola göre daha kalındır
  • Suyun geri emilimi görülmez
  • Na,Cl ve Bikarbonat iyonlarının geri emilimi görülür
4-Distal kıvrım:
  • Bu kanalda hücrelerdeki microvillus sayısı oldukça çoktur
  • Hücrelerdeki mitokondri oranı oldukça çoktur
  • Su ve üreye karşı geçirimsiz olup geri emilimi olmaz
  • Na,K,Cl iyonlarının geri emilimi gerçekleşir
  • Gerekirse H ve bikarbonat iyonları,NH3,Penisilin vb. ilaç yıkım ürünlerinin salgılanması gerçekleşir
  •  H2O ve HCO3 pasif olarak , Na ise aktif olarak geri emilir. Ayrıca idrara H ve NH3 aktif olarak salgılanır. İdrar asitleşir.
Not:H ve bikarbonat iyonlarının salgılanması kan ph’sının düzenlenmesi amacı ile gerçekleştirilir
Not: Gerekirse  ADH kontrolünde H2O nun geri emilimi gerçekleşir
Memelilerde boşaltıma yardımcı yapılar:
  • Böbrekler: H2O,NH3,üre,ürik asit, tuzlar,ilaç yıkım ürünleri   2-Akciğer:CO2 ve H2O   
  • Karaciğer ve sindirim organları: Safra pigmentleri ,Su,elektrolitler  
  • Deri:H2O , Tuz
Kaynak: http://www.lisebiyoloji.com/bosaltim.html

MENDEL GENETİĞİ

http://wiki.zirve.edu.tr/sandbox/users/serdar.gurses/weblog/656a4/attachments/16a48/7mendel.pdf?sessionID=118a3098e0548c2a0e57a0d4868f38f68496e2e5

KALITIM, Gen Mühendisliği ve Biyoloji

http://biyolojiolimpiyat.files.wordpress.com/2011/04/yeni-ders-programc4b1na-gc3b6re-kalitim-i-mendel-genetic49fi.pdf

ELLER VE YÜZGEÇLER AYNI GENETİK KÖKENE SAHİPKAYNAK:K

Bilim insanları uzun süredir insan eli ve balık yüzgeci arasında genetik bir ilişkinin olup olmadığını araştırıyorlardı. Ve nihayet, yeni bir çalışma bu yapıların kesinlikle birbiriyle ilişkili olduğunu ortaya çıkardı.
Araştırmacılar fareler ile sıradışı bir tatlı su balığının gen dizilimlerini karşılaştırdılar ve farelerin el ve ayak gelişiminin, balık yüzgecinin gelişimiyle benzer genleri barındırdığı sonucuna ulaştılar. Bulgular günümüz kara hayvanlarının kollarının balıksı ataların yüzgeçlerinden evrimleştiği sonucuna götürüyor.
Chicago Üniversitesi Organizmal Biyoloji bölümünden Neil Shubin; bilek ve parmak fosillerinden elde edilen verilerin bariz bir şekilde sucul yaşamın kökenlerine işaret ettiğini, fakat yüzgeçlerin ve kolların farklı amaçlara sahip olduğunu, dolayısıyla ayrışma sürecinden beri farklı yönlerde evrimleştiğini söylüyor.
El ve Bacak Bağlantısı
2004 yılında, Shubin ve takım arkadaşları yaklaşık 360 milyon yıl önce Devonien dönemin sonlarında yaşamış ön ve arka ayakları olan nesli tükenmiş Tiktaalik roseae isminde bir türün fosillerini buldular. Bilim insanları bu türün balıklar ve amfibiler arasında bir bağ olabileceğini düşündüler.
O günden sonra, birçok paleontojist T. roseae gibi antik balıkların yüzgeçlerinin nasıl güçlü ve kemiksi yapıya dönüştüğünü anlama arayışına girdiler.
İlk bakışta yüzgeçler kara hayvanlarının kollarından tamamen farklı görünürler. El ve ayak bilekleri, uzun ve ince kemiklere bağlanan küçük küresel kemikler ( el ve ayak parmakları) barındırıyorlar. Buna karşın günümüz balıklarının yüzgeçleri dairesel kemik olarak tanımlanan küçük yuvarlak uzun kemiklerle son buluyorlar.
Bilim insanları şimdiye kadar yüzgeç ve kol arasında bir bağlantı bulamamışlardı ancak 22 Aralık 2014’te Proceeding of the National Academy of Sciences dergisinde yayınladıkları makalede bugüne kadar yanlış balık üzerinde araştırma yaptıklarını yazdılar. Birçok çalışma teolost balığı denilen devasa bir balık grubu üzerinde yapılıyordu.
EL VE AYAK BİLEKLERİ KÖKENİ
In the study, Shubin and his colleagues found that sequences of genes called Hox genes, which are important in body development, had very different sequences in teleost fishes than in today’s land animals.
Çalışmada, Shubin ve takım arkadaşları vücut gelişimi için oldukça önemli olan Hox genleri denilen gen dizilimi; günümüz kara hayvanlarındakinin teolost balıklarından çok farklı olduğuna ulaştılar.
Öte yandan, bu genler 300 milyon yıldan fazla bir süre önce teolost soyunun bütün genomlarının kopyalandığı bir olaya maruz kaldığını gösteriyor. Bu ikiye katlama, evrimsel süreçte birkaç defa meydana gelmiş ve türün geniş yelpazede bir çevre çeşitliliğine adapte olmasına yardımcı olmuştu.
Genom kopyalaması olmadan önce bazı balıklar teolost türünden ayrıldılar. Bu balıklardan birisi de Kuzey Amerika ilkel sularında yaşayan benekli zarganadır. Araştırmacılar benekli zargananın Hox genleri ile farelerin Hox genlerini karşılaştırdılar ve olağanüstü bir benzerlik olduğunu buldular.
Sonrasında, araştırmacılar gelişmekte zargananın yüzgeciyle ilgili olan geni gelişen bir fareye yerleştirdiler ve yerleştirme sonucunda farenin bu genle yine normal bir fare kolları ve bacakları geliştirdiğini gördüler. Bulgular gösteriyor ki; dört ayaklı kara hayvanlarının el ve ayak bilekleri antik balığın yüzgeciyle benzer bir şekilde evrimleşiyor.
KAYNAK: http://bilimfili.com/eller-ve-yuzgecler-ayni-genetik-kokene-sahip/

Virüslerin Venel Özellikleri


http://www.deu.edu.tr/UploadedFiles/Birimler/16928/viruslerin_genel_ozellikleri-SUNUM.pdf

Türkiye Faunas› İçin İki Yeni Alliphis Halbert, 1923 (Acari, Eviphididae) Türü

http://jas.cankaya.edu.tr/gecmisYayinlar/yayinlar/jas7/14-RASITURHAN.pdf

30 Aralık 2014 Salı

Öğrenciler Öğretmenler Hakkında En Çok Ne Hatırlar?


Sevgili Koridorun Sonundaki Genç Öğretmen,
Seni yemekhanede yanımdan koşarak geçerken gördüm. Acelen vardı. Bütün öğrencileri sınıfa çağıran son zil çalmadan önce iki lokma yemek yeme telaşındaydın. Yüzündeki ve gözlerindeki gerginliği fark etmemek imkansızdı. Alnın yaşadığın gerginlikten kırışmıştı. Sana günün nasıl geçti diye sordum. Sen de içini çekerek:
“İyi” diye cevap verdin.
Ama kesinlikle iyi bir gün geçirmediğini biliyordum. Stresin seni ele geçirdiğini fark etmiştim. Üzerindeki baskının arttığını görüyordum. Sana baktım ve o anda, orada sana dur demeye karar verdim. Her şeyin gerçekten nasıl gittiğini sormak istedim. Acaba sende kendimden bir şeyler gördüğüm için mi sana bu kadar zaman ayırıyordum?
Bana ne kadar meşgul olduğunu, yapman gereken ne çok şey olduğunu söyledin.Ve tüm bunları yapmak için ne kadar az zamanın olduğunu. Seni dinledim. Ve sonra sana şöyle dedim:
Günün sonunda her şeyin ders planı olmadığını hatırla. Her şeyin biz öğretmenlerin yaptığı süslü el işleri, okuduğu harika kitaplar, tek tek katladığı kağıtlar olmadığını hatırla. Hayır, gerçekten önemli olan bunlar değil.
Tüm bu endişenin ve gerginliğin yükünü üzerinde taşıyan sana baktığımda, en önemli şeyin çocukların yanında olmak olduğunu söyledim sana. Çünkü günün sonunda öğrencilerin çoğu ne kadar muhteşem ders planları yarattığını hatırlamayacak. Sınıftaki panolarının ne kadar düzenli olduğunu hatırlamayacak. Sıraların ne kadar düzgün ve muntazam dizildiğini hatırlamayacak.
Hayır, tasarladığın bu muhteşem dekoru da hatırlamayacaklar.
Ama seni hatırlayacaklar.
Senin şefkatini. Senin empatini. Senin ilgini ve onlara verdiğin değeri. Dinlemek için zaman ayırdığını hatırlayacaklar. Onlara nasıl olduklarını sormak için durduğunu hatırlayacaklar. Gerçekten nasıl olduklarını merak etmeni hatırlayacaklar. Kendi hayatınla ilgili anlattığın kişisel hikayelerini hatırlayacaklar: evini, kedini, çocuklarını… Gülüşünü hatırlayacaklar. Yemek yerlerken onlarla birlikte oturduğunu ve konuştuğunu hatırlayacaklar.
Çünkü günün sonunda gerçekten önemli olan SENSİN. Senden önce o küçük sandalyelere oturan, bacakları küçücük masaların altına sıkışan o çocuklar için gerçekten önemli olan sensin.
Sen onların hayatlarındaki bu büyük farksın işte.
Gözünden yaşlar akarken ve duyguların dışarı taşarken sana bakarak yumuşak bir sesle “Bu kadar fazla çabalamayı bırak” dedim. Stresin kaynağının bir bölümünün kendi beklentilerin olduğunu hatırlattım sana.
Yaptığı işi gerçekten önemseyen insanlar olarak kendimize bazen fazla yükleniriz. Genellikle kendi kendimizin en kötü düşmanıyızdır. Önemsiz hatalar için kendimizi zihinsel olarak döveriz. Kendi kendimize yeterli olmadığımızı söyleriz. Kendimizi başkalarıyla kıyaslarız. En mükemmel ders planına ulaşmak için canımız çıkana kadar çalışırız. En enerjik aktiviteler. En ilgi çekici ders. En zekice ve şık malzemeler.
Öğrencilerimizin yaptığımız şeyde en iyi olduğumuzu düşünmelerini isteriz ve bu mükemmellik statüsüne sadece bir şeyler yaparak ulaşabileceğimize inanırız. Ama unuturuz. Hem de sık sık.Mükemmelliğe “olarak” daha kolay ulaşırız.
Ulaşılabilir olarak. 
Nazik olarak.
Merhametli olarak.
Şeffaf olarak.
Gerçek olarak. 
Düşünceli olarak.
Kendimiz olarak.
Bir öğretmenin en sevilen öğretmen olarak ün yapmasına sebep olan tüm öğrenciler, o öğretmen hakkında hep aynı şeyi söyler: Bizi önemsiyordu.
Gördüğünüz gibi çocuklar her şeyin özünü görebilirler. Her ne kadar parlak aktiviteler onları bir süre eğlendirse de, onların bize bağlı kalmasını sağlayan şey empatinin sürekli varlığıdır. Onlarla kurduğumuz ilişkidir. Emek verdiğimiz süredir. Durup ilgi gösterdiğimiz tüm ayrıntılardır. Onlarla paylaştığımız sevgidir: Öğrenme sevgisi. Yaşam sevgisi. Ve en önemlisi, insan sevgisi.
Ve biz sürekli mesleğimizde mükemmellik peşinde koşarken, mali kısıtlamalar ve üst yönetimden gelen ağır talepler de üzerimize üzerimize gelir. Hem de acımasızca ve hızlı bir şekilde. Ama zorluklara rağmen devam etmeliyiz. Hem kendimiz hem de öğrencilerimiz için. Çünkü esas olan insan iletişimidir.
Bu sensin, onların öğretmeni, önemli olan budur.
Sınıfına geri dön ve etrafına gerçekten bak. Üzerinde baskı yaratan davranışları, konuları ya da durumları bazen görmezden gel. Masandaki kağıt yığınının, biriken emaillerinin ötesine bak. Koridorun sonundaki tecrübeli öğretmenin sınıfındakinden daha fazlasını gör. Bak. O zaman aslolanın tam orada, kendi içinde olduğunu göreceksin. Bir çocuğun yaşamında fark yaratma fırsatını göreceksin. Hayatının fırsatını. Ve bunu şimdi yapabilirsin.
Tam olduğun yerde, sadece olduğun halinle.
Çünkü şu an olduğun her şey, bugün onlar için olman gereken her şeyin ta kendisi. Ve yarın kim olacağın, bugün kim ve ne olmak istediğine bağlı.
Her şey senin içinde. Bunu biliyorum.
Sevgiyle,
Koridorun Sonundaki O Diğer Öğretmen
Kaynak EĞİTİMPEDİA

28 Aralık 2014 Pazar

Ders Çalışma Sanatı ya da Beynimiz En İyi Nasıl Öğrenir?

Dün Eğitimpedia’da yer verdiğimiz mini testin ilham aldığı “How We Learn /Nasıl Öğreniriz”kitabından bahsetmek istiyoruz bugün. Kitabın yazarı Benedict Carey, “öğrenme ile ilgili becerilerimizin çoğunun yanlış, karışık ya da eksik olduğunu ve bilimden çok batıl inanca dayandığını” söylüyor.
Bu inanması zor ve can sıkıcı bir saptama. Ama aynı zamanda beklenmedik bir şekilde özgürleştirici, çünkü Carey’in dediği gibi öğrenmenin aleyhine olduğunu düşündüğümüz pek çok şey – unutmak, dikkatin dağılması, öğrenmenin bölünmesi ya da kitaplara dalmaktansa uyumak gibi- zannedildiği kadar kötü değil aslında. Aksine yapılan araştırmalara göre bunlar lehinize bile işleyebilir.
Carey’e göre toplum, öğrenmenin ne olduğunu adeta “keşişvari” bir konseptle içimize işledi: “Öğrenmek dediğin odanda/hücrende kitaplarınla birlikte oturmaktır.” Bu konsepte göre öğrenmek, bir bireysel disiplin ritüeli, izolasyon ve sürekli tekrar etme çalışmasıdır. İster matematik, ister piyano ya da tenis oynamayı öğreniyor olun, durum değişmez. Ancak bu geleneksel idealin birçok psikolojik olumsuzlukları var. Carey bunları şöyle anlatıyor: “Kendinizi doğru yapmamış ya da yeterince yapmamış gibi hissedersiniz. Yapmamız gerektiğini düşündüğümüz şeyler bizde kaygı yaratır.” Belki bu yüzden ders çalışmak pek çok öğrenci için yüksek stres içeren bir yüktür.
“How We Learn/Nasıl Öğreniriz” kitabı, sunduğu yeni bir perspektifle bu baskının biraz azalmasını sağlıyor. Kitap, öğrenmeyi hem derinleştiriyor, hem de öğrenmeye yardım ediyor. Daha az angaryaya, daha çok yaşam tarzına dönüştürüyor.

Beyninizin Hafıza Süreçlerini Tanıyın

Unutmak her zaman kötü değildirHatta çoğunlukla hatırlamak ve öğrenmek için doğal ve gerekli bir şeydir. UCLA’dan Robert Bjork ve Elizabeth Ligon Bjork’un ileri sürdüğü birteoriye göre unutmak güçlü bir spam (istenmeyen bilgi) filtresi olarak hizmet verir: Bir kelime ya da bilgi hatırlamaya çalıştığınızda, beyniniz rakip bilgileri aktif olarak bastırmak ya da unutmak zorunda. Dahası, hafızamızdakilerin zamanla yok olma eğilimi aslında bir sonraki öğrenmeye yardım ediyor. Bjork’lerin çekici zorluk adını verdikleri bir ilkeye göre beyin, hafızadaki yarı unutulmuş bir bilgiyi (örneğin bir gün önce öğrendiğiniz yeni kelimeleri tekrar gözden geçirirken olduğu gibi) tekrar geri almak için çok çalışmak zorunda kalınca, o bilginin kalıcılık gücünü ikiye katlıyor.
Eğer bir dolu konuyu çalışmak için oturursanız, “tabii ki bir sonraki güne çoğunu hatırlamayacaksınız” diyor Carey. Geri dönüp bilginizi tazelemek zorunda kalırsınız. “Ama bu iyi hatırlayamadığınız için ya da iyi öğrenemediğiniz için olmaz. Bu olur, çünkü unutmak öğrenmenin kritik bir parçasıdır.”
Beyin, toplayıcı bir öğrenendir. Atalarımız için nasıl ve nerede avlanacağını ya da bir barınak bulacağını hatırlamak, hayatta kalmaları için elzemdi. İnsan beyni, oraya buraya dağılmış değerli bilgi parçalarını toplamak ve hepsini bir araya getirmek konusunda evrim geçirdi. Bunu hala yapıyor. Günlük hayattan, kulak misafiri olunan konuşmalardan, kendi içsel düşüncelerinden ipuçlarını çekiyor. Sizin için önemli olan şeyleri (bitmemiş bir projeyi örneğin) aklınızda tutuyor. Etrafınızda gördüğünüz ya da duyduğunuz herhangi önemli bir bilgiye bilinçaltında kanalize olarak düşüncelerinize yeni eklemeler yapıyor. Bu şekilde toplayarak beyin, “sürekli olarak bilgi oluşturuyor ve bunu sadece ders çalışırken ve pratik yaparken yapmıyor” diyor Carey. Ve bizim bundan haberimiz bile olmuyor.
Eğitimde taktikler kullanabiliriz. Öğrenmeyle ilgili en klasik tavsiyenin ne olduğunu hepimiz biliyoruz: Sessiz bir yerde ve hep aynı rutinle “çok çalış”. Ancak bu bize tam olarak ne yapmamız gerektiğini söylemez maalesef.
Ancak bugün öğrenciler, ders çalışma yöntemlerini, beynin bu kurnaz öğrenme sürecini kullanarak değiştirebilirler.
Örneğin:
-          Bütün çalışılacak materyalleri, tek bir güne veya oldukça dar bir zamana sıkıştırmak yerine çalışma zamanını günlere veya haftalara bölmek bilgiyi daha uzun süre muhafaza etmeye yardımcı olacaktır.
-          Kütüphane veya çalışma odasının dışına çıkıp çalışma ortamını, kafe, yeşil alan ve hatta fonda çalan bir müzik ile değiştirmek hafızayı destekleyip kuvvetlendirecektir.
-          15 dakikalık kısa bir yürüyüş veya sosyal medyada geçirilen kısa bir zaman dilimi, zaman geçirme veya oyalanma olarak görülmemeli. 2009 yılında yapılan meta-analizaraştırmasına göre bir problem üzerine çalışıyorsanız ve takıldıysanız, kafanızı dağıtmak ve kısa bir mola vermek, zihninizi dinlendirerek konuyu kavramanıza yardımcı olacaktır.
-          Henry Roediger III ve Jeffret Karpicke tarafından yapılan araştırmalara göre, yeni bir konuyu kendi kendine yüksek sesle ezberden anlatmak veya bir arkadaşa aktarmak, konuyu tekrar tekrar okumaktan daha etkili bir yöntemdir.

Öğrenme Yöntemlerini Denemek

Carey’e göre herkes bu yöntemleri deneyerek, hangisinin daha iyi olduğunu görebilir. Örneğin, bir hafta sonraki İspanyolca sınavına hazırlanmak için öğrenci bugün için bir saat, yarın için bir saat çalışabilir. Ondan sonraki hafta, sınavdan önce kendine bir sınav uygulayabilir.
Carey, bilimsel öğrenme stratejilerinin okul müfredatı içerisinde tüm öğrencilere açık bir şekilde erkenden öğretilmesi gerektiğini düşünüyor. Fakat öğrencilerin bunu “hiçbir şey yapmamak için bir mazeret” olarak kullanmaması gerektiğini de ekliyor. Buradaki mesaj, “öğrenciler her saniyelerini cep telefonlarına yapışarak geçirmelerine rağmen yine de bir şeyler öğrenebilir” olarak okunmamalı. Öğrencilere şu da söylenmeli: “Motive edilmeniz ve dikkat göstermeniz gerekiyor.”
Carey’e göre, maalesef eğitimciler de dahil çoğu kişi, öğrenme biliminin farkında değil. Eğitim ve bilişsel bilim birbirinden oldukça farklı iki dünya ve ancak geçtiğimiz on yılda iletişim kurmaya başladılar. Bunun nedeni, öğretmenlerin bu tarz değişimleri gelip geçici bulmaları ve şüpheyle yaklaşmalarıydı. Ve haklıydılar da. Çünkü herkes, “Size çocukların nasıl daha iyi öğreneceğini göstereceğim” diyordu. Fakat araştırmaları takip eden bazı öğretmenler, sınıfta belli başlı bazı stratejileri uyguladılar
Beynin nasıl öğrendiğinin temellerini bilmek, “iyi” akademik alışkanlıklar hakkındaki toplumsal beklentilerden biraz olsun uzaklaşıp nefes alabilmeyi sağlıyor. Carey’e göre konsantre olmakta zorlanan ve fizik formüllerini unutan yerinde duramayan bir öğrenci, “Ben bunda iyi değilim” veya “Zeki değilim ve buna devam etmeme değmez” diyebilir. Fakat bu, tam olarak doğru değil. Öğrencilerin anlaması gereken şey, öğrenmenin sadece okuma ve çalışma ile değil, pek çok farklı yolla gerçekleşiyor olması. “Öğrenciler kendi alışkanlıklarını inceleyerek, hangilerinin işe yarayıp hangilerinin yaramadığını görüp ona göre düzenleme yapmalılar” diyor Carey. Böylelikle herhangi bir konuda iyi olup olmadıklarının değerlendirmesini yapabilirler.

Modern “Orman”da Hayatta Kalma

Carey’e göre, bu öğrenme stratejilerinin değeri sadece iyi sınav sonuçları almaktan ibaret değil. Modern toplum ormanında, öğrenmek halen hayatta kalmak anlamına geliyor: Gençler için bu, hangi konuda iyi olduklarını keşfetmek, turnayı gözünden vurmak ve hayatta ne yapmak istediklerini bilmek demek. Carey’e göre bu size şu soruların cevabını veriyor: “Ben kimim? Hangi ata oynamalıyım? Fizik alanında mı, mimarlıkta mı, tasarım da mı yoksa İngilizce alanında mı eğitim görmeliyim? Ben gerçekten buraya mı aidim?” Bunlar önemli kararlar. “Etkin öğrenmenin ve bunun nasıl yapıldığının bilincinde olmak, bence bu kararları vermede çok önemli bir destek.”
Carey bu öğrenme tekniklerini kendi hayatına nasıl dahil ettiğini şöyle anlatıyor: “Örneğin zor bir bilimsel dergi makalesi okurken fark ettim ki, ne kadar kendimi zorlarsam zorlayayım, ne kadar konsantre olursam olayım, okuduklarımı hemen bir çırpıda anlayamıyorum. Fakat bunun beni yavaşlatmasına izin vermiyorum. Üzerinden birkaç kez geçiyor, kenara bırakıyor, öğrenmeye ara veriyor, daha sonra tekrar deniyor ve her defasında görüyorum ki makale elle tutulur bir hal almaya, anlaşılır olmaya başlıyor.”
Carey’e göre eğer bu öğrenme sırlarını henüz okuldayken öğrenmiş olsaydı, sınavlara hazırlanmada, çalışmada ve öğrenmede yaşadığı stres ve korkunun büyük bir kısmından kurtulmuş olurdu.
KAYNAK: http://www.egitimpedia.com/egitim-2/ders-calisma-sanati-ya-da-beynimiz-en-iyi-nasil-ogrenir

EV TOZU AKARLARI VE EV TOZU AKARLARINDAN KORUNMA


  • Ev tozu allerjisi nedir?

  • “Ev tozu allerjisi” ile esas kastedilen “ev tozu akarı” allerjisidir. Artık insanların ev tozuna değil, ev tozunun içindeki akarlara alerjik olduğunu biliyoruz. 

  • Ev tozu akarı nedir?

  • Ev tozu akarları gözle görülmeyen canlı varlıklardır. Bu hayvancıklar, ev içi ortamlarda rastlanan en önemli allerji sebebidir. Ev tozu akarlarının vücüt artıkları, allerjisi olan insanlar tarafından solunduğu zaman yakınmalar başlar. Ev tozu akarları akar allerjisi olan insanlarda astım, allerjik nezle ve egzema yakınmalarına yol açar.
  • Ev tozu akarlarının özellikleri nelerdir?

  • Akarların vücüt yapısının %75’i sudur. En iyi % 65-75 görece nemde çoğalır, % 40’ın altında ise çoğalamazlar. Yaşam süresi 1-3 ay arasında değişir. 60ºC’ın üzerindeki sıcaklıklarda yaşayamazlar Akarlar temel olarak yataklarda, halılarda ve kumaşla örtülü mobilyalarda yaşarlar. Yaygın kanının aksine, mobilyada, yerde ve diğer eşyaların yüzeyinde biriken tozda pek bulunmazlar ve esas olarak kumaşlarda yaşarlar. Ev tozu akarları sıcak ve nemli ortamlarda yaşamayı severler. Akarlar çok kuru, çok soğuk ve çok yüksek rakımlı yerlerde yaşayamazlar.
  • Ev tozu akarlarından sakınmanın astım ve allerjik nezle hastalarında yararı var mıdır?

  • Astım ve allerjik nezlesi olan hastaların, duyarlı olunan allerjenden sakınmalarının yakınmaları azalttığına kuşku yoktur. Çünkü polen allerjisi olan birçok kişide yakınmalar yalnızca polen mevsiminde olur. Polenlerin atmosferde bulunmadığı zamanlarda yakınma olmaz. Doğadaki bu gözlem, bize esas sorunun allerjenden sakınmanın yararı olup olmadığında değil, allerjnden ne kadar sakınılabildiğinde düğümlendiğini gösterir. Birçok araştırma akarlardan sakınmakla hem çocuklarda hem de erişkinlerde astım yakınmalarının düzeldiğini göstermiştir.

  • Akarlardan sakınma yöntemleri nelerdir?
    • Özellikle yatak odasından kumaş eşyaların ve halıların uzaklaştırılması: akarlar yün olsun olmasın her türlü kumaş içinde yaşarlar. Bu bağlamda belirtilmesi gereken bir diğer nokta da “anti-allerjik halı” şeklinde bir kavram olmadığıdır. Kuş tüyü ve kaz tüyü malzemeler de esas olarak akar barındırdıkları için sakıncalıdır.
    • Yatak yorgan ve yastıkların akarlara geçirgen olmayan özel kılıflarla kaplanması: etkinliği kanıtlanmış bir yöntemdir. Akar allerjisi olan bireyler mutlaka uygulamalıdır. Aynı uygulama yatak odasındaki boş yataklar için de yapılmalıdır. Kılıflar bu nesneleri tamamen kaplamalı ve fermuarla tamamen kapatılmalıdır. Yatağın üzerine yalnızca bir örtü sermek yeterli değildir. Bunun için gerekli olan kılıflar ticari olarak satılmaktadır.
    • Yatak çarşafları en az 15 günde bir 60ºC’ın üzerinde yıkanmalı, odalarda kalın perde bulundurulmamalıdır.
    • Yatak odasından ve mümkün ise evden peluş oyuncakların tamamen uzaklaştırılması gereklidir çünkü bunlar bilinen en zengin akar kaynakları arasındadır. Bu oyuncakların bir diğer sakıncası da küçük çocukların sıklıkla onlarla birlikte uyumasından kaynaklanır. Bu durumda solunum yolu ile direkt ve yakın temas ortaya çıkar.
    • Nem oranının düşürülmesi: bu amaçla klima kullanılması çok uygun bir yaklaşımdır.
    • HEPA filtresi içeren elektrik süpürgeleri: bu süpürgelerin özelliği emdiği tozu dışarı bırakmamasıdır. Şayet olanaklar bu süpürgelerin alınmasına el vermiyor ise, süpürme işlemi esnasında akar allerjisi olan bireyin ortamda bulunmaması gereklidir. Güçlü süpürgerlerin kullanılması yatak odalarından halı ve kumaşların çıkarılmasına seçenek oluşturmaz.
    • Akarların ölmesini sağlayan; bazen yıkanan çamaşırlara katılması, bazen de ortam temizliği için kullanılması önerilen kimyasalların etkinliği kanıtlanmamıştır. Bu nedenle kullanılmaları önerilmez.
    • Ev tozu akarı allerjisi olan kişinin odasının güneş gören ve çok iyi havalandırılan bir oda olması uygun olur.
    • Odalara hava filtreleri konmasının hiçbir yararı yoktur. Çünkü akarlar ve onların allerjiye neden olan kısımları havadan daha ağırdır ve havada asılı kalmayıp yere çökerler. Bu nedenle hava filtrelerinin yararı olmaz
    • Ülkemizde sıklıkla önerilen bir uygulama çocukların odasında buharılmasıdır. Buhar uygulaması, akar allerjisi olan çocuklarda sakıncalıdır. Zaten günümüzde artık buhar uygulması larenjit denilen ve köpek havlamsı şeklinde bir öksürükle kendini gösteren bir durum dışında hiçbir hastalık için önerilmemektedir.
    • KAYNAK: http://www.omerkalayci.com/ev_tozu.asp

    MASUM GÖRÜNEN FAKAT BAKTERİ YUVASI 5 NESNE!

    Çoğu insan ellerini yıkamanın ne kadar önemli olduğunu kavramış durumda. İnsanlar genellikle mikrop ya da virüs barındırdıkları birşeye dokunduklarında ellerini yıkarken sabun kullanmaya özen göstermekte ya da el dezenfektanları kullanmakta. Fakat bazen dokunduğumuz şeylerin barındırdığı bakteri ve virüsleri de gözardı edebiliyoruz. Yani aslında günlük yaşamda çok da farkında olmadan enfeksiyon taşıyan şeylere dokunup hemen ardından elimizi yıkamayı ihmal ediyoruz. Bu yazıda aslında zararsız görünen fakat bakterilerle ve minik yaratıklarla kaplı olan 5 nesneyi okuyabilirsiniz.

    1. Su Sebili Tuşları
    su sebili
    Farkında olmadan dokunduğumuz su sebili tuşları aslında tam bir bakteri yuvası.Arizona üniversitesinden mikrobiyoloji profesörü Charles Gerba bakteriler konusunda uzman bir kişilik ve son zamanlarda yaptığı araştırmalarda su sebillerinin çok kullandığımız elimizle değil de az kullandığımız elimizle çalıştırılmasını öneriyor. Çünki elindeki araştırma verilerine bakılırsa su sebillerinin %23’ünde enfeksiyona yol açabilek 300 den fazla tehlikeli mikro-organizma ve yarısından daha azında da 100 den fazla mikro-organizma bulunuyor.

    1. Vites topuzu
    vites topuzu
    2010 da İngiltere’de Isla Wildcroft tarafından yaptırılan küçük bir deneyde her ailenin her gün temansta bulunabileceği 12 sıradan madde incelendi. Bunların içerisinde yalnızca 3 yıllık bir otomobilin vites topuzu da bulunuyordu. Vites topuzunda bulunan bakteriler ise bir hayli şaşırtıcıydı çünkü içlerinde ishalli hastalıklara ve ölümlere sebep olan  E. coli bakterisi ve Nozokomial ya da Hastane Enfeksiyo’na sebep olan Staphylococcus aureus bakterisi dahil birçok zararlı mikro-organizma bulunmaktaydı.

    1. Kalem
    kalem
    Kalem kılıçtan keskindir sözünü mutlaka duymuşsunuzdur. Virginia Üniversitesinden pediatri  profesörü Dr. J. Owen Hendley sayesinde bu sözün aslında ne kadar doğru olduğunu da anlamış olduk. Çünkü bir kalem binlerce mikro-organizmayı barındırıyor. Dr. J. Owen Hendley yaptığı araştırmalarda deney aynı otelde kalan insanların üzerinde yaptığı araştırmalarda aynı odada kalan insanların gribal enfeksiyon geçirdiğini gördü. Bunun sebebini araştırırken karşılaştığı sonuç ise bir hayli ilginçti. Odada kalıp da hasta olan insanların hepsi odadaki kaleme bir şekilde temans etmişlerdi. Hasta olmayanlar ise kaleme temans etmeyenlerdi.

    1. Sıvı Sabunlar
    sıvı sabun
    Evet yanlış okumadınız. Özellikle tuvalet çıkanların ellerini yıkamakta kullandığı umumi sıvı sabunların başlıklarında bulunan bakterilerden, elinizi sabunla yıkadıktan sonra bile tam olarak kurtulamazsınız. Arizona Üniversitesinden araştırmacıların sonuçlarına göre özellikle umuma açık yerlerdeki sıvı sabunların başlıkları ölümcül mikroorganizmalar taşıyorlar ve elinizi yıkamanız da bu organizmalardan kurtulmanız için yeterli değil. Tam bir paradoks değil mi? Elinizi yıkamaya çalışırken kirletiyorsunuz.

    1. Para
    para
    Özellikle Fast Food restoranlarında insanlar paralarını ödedikten sonra hemen yemeklerini yemeye koyulurlar. Fakat 2002 de yapılan bir araştırmaya göre paranın dış yüzeyinin %94 ü zararlı mikroorganizmalarla kaplı ve bunların içerisinde  E. coli, klebsiella, salmonella ve staphylococcus gibi insan sağlığına ciddi zarar verebilecek olanları da mevcut. Para üzerindeki bakteri miktarı o kadar ciddi boyutlarda ki araştırma verilerinde belirtildiğine göre günlük yaşamda elimize aldığımız paralarda, tuvalet fırçasından çok daha fazla bakteri bulunmakta.
     Kaynak: http://bilimfili.com/masum-gorunen-fakat-bakteri-yuvasi-5-nesne/


    NEDEN AŞIK OLURUZ?

    Her duygunun olduğu gibi aşk ın da fizyolojik ve psikolojik bir izahının olması gerekiyor kuşkusuz. Öyleyse; neden aşık oluyoruz? Bu soruya verilecek cevaplar çok çeşitli şekillerde olabilir ancak nedenleri sorguluyorsak elbette ki söz konusu durumun kökenlerini ele almalıyız. Yani aşkın evrimine bakmamız gerekiyor.
    Neden aşk duygusuna sahip olduğumuz sorusu aslında evrimsel açıdan cevaplanmış bir soru. Aşık oluyoruz çünkü üremeliyiz. Çok kaba ve “düz” bir ifade gibi görünebilir ancak tarifinde bile güçlük çektiğimiz bu duygunun kökeni; üreme ve türümüzü devam ettirebilme güdüsüne dayanıyor. Evrimsel süreçte, değişen koşullara en iyi adapte olabilen canlı türünün hayatını devam ettirebildiğinden yola çıkarak, aşık olma durumumuzun aslında canlı türümüzün devamını sağlamak amacından başka bir amaç taşımadığını da söyleyelim. Yani aşkın maddeüstü bir anlamı kesinlikle yoktur ve tamamen biyokimyasal bir süreçtir. Türlerin üremeye devam etmesi ve türün devamlılığının sağlanması, evrim için başat önemdedir. Çiftleşmek ana amaç iken, aşk duygusu bu amaca giden yalnızca bir araçtır. 2005 yılında yapılan bir araştırma; beyindeki cinsel uyarının insanların aşık oldukları anlarda tamamen aktif halde olmadığını ortaya koydu.
    Bu durum, aşkın üremeyi güçlendirdiği fikrini yanlışlamıyor, fakat yeni soruların da ortaya çıkmasına sebep oluyor. Mesela; üremeden sonra bile neden aşk duygumuz devam ediyor? Bu soruya mutlak cevap elbetteki evrimsel temelde oluyor: ödül ve bağlılığın kombinasyonu partnerimize duyulan tutkuyu devamlı kılıyor.
    neden aşık oluruz 2Ödül motivasyonu ve onun yardımcı salgısı dopamin birlikteliğinden kaynaklı olarak aşkın birincil telaşı bir duygudan ziyade bir tutkuya dönüşmesidir. Zamanla, diğer nörotransmitterler ürememizin yıllarca sürdüğü uzun birlikteliklerin oluşmasında önemli roller üstleniyorlar.

    Vazopresin ve oksitosin gibi hormonlar  insanlara ve diğer memeli türlerinin neredeyse %3’üne, devam eden tek eşli bir aşkı yaşamaları noktasında yardımcı olur. Bu iki kimyasal (vazopresin ve oksitosin); diğer insanlarla ilgili hafızalar oluşturma kabiliyetimizle ilişkilidir ve diğer insanları tanıyabilmemize yardımcı olurlar. Aynı zamanda da dopaminin yanı sıra cinsel birleşme anında da salgılanırlar.
    Dopamin (haz ve mutluluk duygusuna sebep olur), oksitosin (bağlılık hissi ile ilgilidir) ve vazopresin (bağlılığı geliştirir ve sosyal anlamda ayırt edebilmeyi sağlar) birlikteliği partnerimize bağlılığımıza sebep olan öğrenilmiş bir davranışın ortaya çıkmasını sağlar.
    Dopamin sinirsel bir iletim kimyasalıdır. Aşık olduğumuzda mutlu hissetmemizin sebebi dopamindir. Oksitosin ise aşk bitse dahi birlikteliklerin uzun süre devam edebilmesini sağlayan ve bağlılığa sebep olan etken kimyasaldır. Evliliklerdeki bozulmaların ve boşanmaların biyokimyasal süreçteki sebebinin oksitosin seviyesinde meydana gelen anormallikler olduğu düşünülmektedir. Cinsel birleşme sırasında da oksitosin oldukça fazla salgılanır, bu durum da bizlere aşk ile cinsel birleşmenin evrimsel açıdan ilişkili olduğu fikrini sunmaktadır. Vazopresin de tıpkı oksitosin gibi bağlılık hissinin gelişmesini ve buna ek olarak da sosyal hayatta insanları ayırt edebilmemizi ve tanıyabilmemizi sağlayan bir hormondur.
    anne bebek babaBu kimyasallar aynı zamanda ailesel aşkta da örneğin; ebeveyn-çocuk ya da kardeşler arasındaki sevgide de rol oynuyorlar. Örneğin, oksitosinin ebeveyn bağı üzerinde önemli rolü vardır. Aynı zamanda da; annede doğum sırasında oksitosin salgılanır ve anne sütünün üretilmesinde de oksitosinin rolü vardır.

    Sonuç olarak, ürememize götürebilecek ilişkileri güçlendirmek ve sürdürdüğümüz ilişkiler sonucu doğacak çocukları düşünerek aşık oluruz. Yani türümüzü devam ettirebilmek için.
    Yukarıda anlatılan süreçlerin hepsi bütün duygularda olduğu gibi tamamen beyinde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla aşk da yalnızca beyinde gerçekleşmektedir. Elbetteki beyinde gerçekleşen algılamalar, salgılamalar ya da uyarılar vücudumuzun kalp, kaslar, bağırsaklar gibi diğer organlarında değişikliklere sebep olabilir ancak aşk kalpte oluşan bir duygu değildir. Bir diğer ifade ile kalbimizle değil, beynimizle aşık oluruz.
    Kaynak:http://bilimfili.com/neden-asik-oluruz/#comment-61